ATATÜRK’ÜN LAİKLİK ANLAYIŞI VE GÜNÜMÜZDEKİ DURUM
1 sayfadaki 1 sayfası
ATATÜRK’ÜN LAİKLİK ANLAYIŞI VE GÜNÜMÜZDEKİ DURUM
Atatürk’ü ve reformlarını değerlendirenler genel olarak iki odakta toplanırlar. Bunlardan birincisinde buluşanlar, büyük liderin bilinçli, planlı ve sistemli bir devrim süreci gerçekleştirdiğini ileri sürerler. Diğerleri ise, onun, belirgin bir düşünce sistemi içinde bulunmadığını, gelişen olaylara ve koşullara göre atılım yapan bir lider olduğunu savunurlar. Atatürk’ün bilinçli devrim sürecinden uzak olduğunu savunanların sayısı azdır. Bunların büyük bölümünü de, daha Kurtuluş Savaşı’nın başından beri çeşitli nedenlerle ona karşı çıkanlar oluşturmaktadır.
Gerçek odur ki, Atatürk, henüz gençlik çağının başında devlet ve toplum için çıkış yolu arayışları içine girmiş, sonunda da “Ulusal sınırlar içinde, özgür ve uygar bir toplum” ışığına ulaşmıştır.
O, bu sonuca ulaşmak için oluşturduğu programını evrelere ayırmış, bu arada ortaya çıkan olaylardan da -kuşkusuz- yararlanarak geleneklerine çok bağlı olan ulusunun duygu ve düşünceleri üzerinde bir oyma sanatçısı gibi sabırla işleyerek, belirlediği amaca kısa sürede ulaşmıştır.
Dokuz yılda yaptıklarımız bir mantık zinciri içinde düşünülürse; ilk günden bugüne dek izlediğimiz genel gidişin, ilk kararın çizdiği çizgiden ve yöneldiği amaçtan hiç ayrılmamış olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu sözler O’na aittir ve 1927 yılında okuduğu SÖYLEV’de yer almıştır.
Atatürk, amacı doğrultusunda belirlediği programını, birbiriyle bağlantılı ve zaman zaman da iç içe üç evrede gerçekleştirmeyi planlamıştır.
Bu evreler şunlardır:
1) İşgal altındaki yurdu düşmanlardan temizlemek ve özgürlüğe kavuşturmak;
2) Ulus egemenliğine dayalı yeni bir devlet kurmak;
3) Her türlü maddi ve manevi değerlerini yitirerek çökmüş bir toplumdan; aklın, bilimin, yaratıcılığın egemen olduğu, ırk ve cins farkı gözetmeksizin bütün bireylerin eşit bulundukları, düşünce ve eylemlerinde özgür oldukları, çağdaş ve uygar bir toplum yaratmak.
TEMEL ÖĞE
Atatürk, bu üç evrede gerçekleştirmeyi planladığı devrim sürecinin temeline laikliği koymuştur. Çünkü o laikliği; millet ve devlet olmanın, iç ve dış barışı sağlamanın, Batılılaşmanın, özgürlüğün ve toplum için görev yapacak yönetimlerin temel öğesi olarak görmüş benimsemiştir.
Bir gün gelecek, devrimleri başaracağım. Üyesi olduğum ulus bana inanmalıdır. Saltanat yıkılmalıdır, devlet bütünleştirici bir öğeye dayanmalıdır. Din ve devlet birbirinden ayrılmalı, Doğu uygarlığından sıyrılarak Batı uygarlığına geçmeliyiz. Kadın ile erkek arasındaki ayrılıklar ortadan kaldırılarak yeni bir toplum düzeni kurmalıyız. Latin kökünden alfabe seçmeli, kılık kıyafete kadar, her şeyimizle Batılılara uymalıyız. Bunlar bir gün olacaktır.
Mustafa Kemal, bu inançla sözleri söylediği zaman yıl 1907’dir ve o henüz 24 yaşındadır. Birinci Dünya Savaşı bir yana, daha Balkan Savaşları bile çıkmamıştır. Ülke, Abdülhamit’in örttüğü kara bir bağnazlık perdesi altındadır. O, Kurmay Okulu’ndan yeni mezun olmuş, bir süre önce VATAN VE HÜRRİYET adlı gizli derneği kurmuş, sürgün olarak gittiği Suriye’den kaçarak, düşüncelerini eyleme geçirmek için Selanik’e gelmiştir. Bu sözleri söylediği kişi ise Bulgar Türkoloğu Monolof’tur.
Yukarıdaki sözler, daha 24 yaşında iken onun, nasıl bilinçli bir devrim sürecini gerçekleştirmeyi planladığını ortaya koyması bakımından önem taşır. Başka bir anlatımla da, onun, bilinçten ve sistemden yoksun olduğunu ileri sürenlere verdiği cevaptır.
ATATÜRK VE LAİKLİK
Düşüncede Laiklik
Atatürk’ün anladığı laiklik, “Sezar’a ait olanı Sezar’a, Tanrı’ya ait olanı Tanrı’ya bırakmak” değildir. Günümüzde bile benimsenen “Din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması” tanımı, ona göre biçimcidir, düzeyseldir, içerikten yoksun bir laiklik anlayışıdır. Laiklik; saltanatın ilgası, hilafetin kaldırılması, din ile ilgili sözlerin anayasadan çıkarılması ya da laik sözcüğünün anayasaya konulması değildir.
Ona göre laiklik, bir “yaşam”, “ilerici ve özgürlükçü bir yaşam biçimi” dir; toplum düzeninde yer alan hemen bütün kurumların din ile olan bağlarının kesilmesidir. Başta siyasal kurumlar olmak üzere; aile, eğitim, ekonomi, hukuk, sanat, yargı ve düşün kurumları ile kıyafet, yazı, konuşma, hatta görgü ile geleneklerin bile din kurallarından sıyrılması, çağın ve diğer koşulların gereklerine uygun olarak yeni baştan düzenlenmesidir.
Atatürk’e göre laiklik:
Toplumdaki inanç ayrılıklarını ortadan kaldıracak, bireyleri vatandaşlık çatısı altında birleştirecek ve iç barışı sağlayacak güçlü bir bağdır;
Bir toplumun, çağdaş, özgürlükçü ve demokratik kurallarla yönetilmesi için gerekli olan ana öğedir;
Özgür yaşayışın ve özgür düşüncenin en güçlü kaynağıdır;
Doğunun mistik düşünce sisteminden kurtularak, Batının araştırıcı, yaratıcı ve değerlendirici hümanist sistemine ulaşmada yol gösteren bir pusuladır;
Ekonomik, sosyal,siyasal ve kültürel dağınıklılığı ortadan kaldıran,uluslar topluluğu içinde”tam bağımsızlık” ilkesine dayalı, eşit ve saygın yer almayı öngören bir güçtür;
Gençlerin; araştırıcı, ilerici ve olumlu düşüncelere açık, özgürce yetişmeleri için Milli Eğitimin tek güvencesidir;
İnanç duygularını sömüren yönetimlere karşı en etkili frendir;
Uluslararasındaki dil, din ve ırk ayrımını ortadan kaldıracak, toplumları barış içinde bir arada yaşatacak kurumların önde gelenidir.
Özetle, Atatürk’e göre laiklik,”uygar bir yaşama biçimi” dir.
Bu nedenle, ilk adım olarak, gücünü ulusunun egemenliğinden alan parlâmento açılmış, sonra saltanat kaldırılmış, hilafet siyasal iktidardan uzaklaştırılmış, Cumhuriyetin ilanı ile de ulusal sınırlar içinde yeni bir devlet kurulmuştur.
Uygulamada Laiklik
Böylece Mustafa Kemal, önceden belirlediği iki temel hedefe ulusunun da katkısıyla dört yıl gibi bir kısa sürede ulaşmıştır. Sıra, öncekilere anlam ve uygulama olanağı kazandıracak üçüncü evreye, laikliğin somutlaştırılmasına gelmiştir.
Bu evrede;
Dini bazı zorunlulukları öngören hükümler anayasadan çıkarılmış,
Medreseler kaldırılmış,öğretim birleştirilerek çağdaş ve ilerici ilkelere bağlanmış
Şeriye ve Evkaf Bakanlıkları yerine Diyanet İşleri Başkanlığı oluşturulmuş,
Şeriye Mahkemeleri ilga edilerek yargı kurumları çağdaş biçim ve içerikle kurulmuş, Mecelle kaldırılmış,
Fes yasaklanmış, şapka kabul edilmiş,
Yerli kumaştan, uygar biçimde elbise giyilmesi öngörülmüş,
Dini takvim yerini Batılıların kullandığı takvime bırakmış, Batılı saat alınmış,
Üniversitelerin açılmasına başlanmış,
Sanat anlayışını; bağnaz, skolastik etkiden kurtarmak amacıyla çağdaş eğitim kurumları açılmış,
Medeni Kanun ile bireylerin aile ve özel yaşamlarında uygar kurumlar egemen olmuş,Ceza Kanunu ile bu alandaki uygulamalar önemli ölçüde insancıl boyutlar kazanmış, Ticaret kanunu ile de ekonomik yaşam günün gereklerine adapte edilmiş,
Latin sayıları benimsenmiş,
Yeni Türk harfleri alınmış, eskisi terkedilmiş,
Çağdaş ölçü birimleri eskisinin yerini almış,
Dilde, yabancı etkilerden kurtulma çabası başlatılmış,
Gerçek tarih bilincine yönelinmiş,
Soyadı Kanunu benimsenmiş, lakap ve sanlar kaldırılmış,
Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilmiş,
Genel tatil günleri, dinsel içerikli Cumadan Pazar’a alınmıştır.
Bu ve benzeri girişimlerin hepsi, tek tek birer reform niteliği taşırlar ve birbirlerinden bağımsız görünebilirler. Ancak ortak özellikleri, temelde laiklik ilkesine dayanmaları, bu kaynaktan aldıkları güçle bütünleşerek “Atatürk Devrimi”ni oluşturmalıdır.
Gerçek odur ki, Atatürk, henüz gençlik çağının başında devlet ve toplum için çıkış yolu arayışları içine girmiş, sonunda da “Ulusal sınırlar içinde, özgür ve uygar bir toplum” ışığına ulaşmıştır.
O, bu sonuca ulaşmak için oluşturduğu programını evrelere ayırmış, bu arada ortaya çıkan olaylardan da -kuşkusuz- yararlanarak geleneklerine çok bağlı olan ulusunun duygu ve düşünceleri üzerinde bir oyma sanatçısı gibi sabırla işleyerek, belirlediği amaca kısa sürede ulaşmıştır.
Dokuz yılda yaptıklarımız bir mantık zinciri içinde düşünülürse; ilk günden bugüne dek izlediğimiz genel gidişin, ilk kararın çizdiği çizgiden ve yöneldiği amaçtan hiç ayrılmamış olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu sözler O’na aittir ve 1927 yılında okuduğu SÖYLEV’de yer almıştır.
Atatürk, amacı doğrultusunda belirlediği programını, birbiriyle bağlantılı ve zaman zaman da iç içe üç evrede gerçekleştirmeyi planlamıştır.
Bu evreler şunlardır:
1) İşgal altındaki yurdu düşmanlardan temizlemek ve özgürlüğe kavuşturmak;
2) Ulus egemenliğine dayalı yeni bir devlet kurmak;
3) Her türlü maddi ve manevi değerlerini yitirerek çökmüş bir toplumdan; aklın, bilimin, yaratıcılığın egemen olduğu, ırk ve cins farkı gözetmeksizin bütün bireylerin eşit bulundukları, düşünce ve eylemlerinde özgür oldukları, çağdaş ve uygar bir toplum yaratmak.
TEMEL ÖĞE
Atatürk, bu üç evrede gerçekleştirmeyi planladığı devrim sürecinin temeline laikliği koymuştur. Çünkü o laikliği; millet ve devlet olmanın, iç ve dış barışı sağlamanın, Batılılaşmanın, özgürlüğün ve toplum için görev yapacak yönetimlerin temel öğesi olarak görmüş benimsemiştir.
Bir gün gelecek, devrimleri başaracağım. Üyesi olduğum ulus bana inanmalıdır. Saltanat yıkılmalıdır, devlet bütünleştirici bir öğeye dayanmalıdır. Din ve devlet birbirinden ayrılmalı, Doğu uygarlığından sıyrılarak Batı uygarlığına geçmeliyiz. Kadın ile erkek arasındaki ayrılıklar ortadan kaldırılarak yeni bir toplum düzeni kurmalıyız. Latin kökünden alfabe seçmeli, kılık kıyafete kadar, her şeyimizle Batılılara uymalıyız. Bunlar bir gün olacaktır.
Mustafa Kemal, bu inançla sözleri söylediği zaman yıl 1907’dir ve o henüz 24 yaşındadır. Birinci Dünya Savaşı bir yana, daha Balkan Savaşları bile çıkmamıştır. Ülke, Abdülhamit’in örttüğü kara bir bağnazlık perdesi altındadır. O, Kurmay Okulu’ndan yeni mezun olmuş, bir süre önce VATAN VE HÜRRİYET adlı gizli derneği kurmuş, sürgün olarak gittiği Suriye’den kaçarak, düşüncelerini eyleme geçirmek için Selanik’e gelmiştir. Bu sözleri söylediği kişi ise Bulgar Türkoloğu Monolof’tur.
Yukarıdaki sözler, daha 24 yaşında iken onun, nasıl bilinçli bir devrim sürecini gerçekleştirmeyi planladığını ortaya koyması bakımından önem taşır. Başka bir anlatımla da, onun, bilinçten ve sistemden yoksun olduğunu ileri sürenlere verdiği cevaptır.
ATATÜRK VE LAİKLİK
Düşüncede Laiklik
Atatürk’ün anladığı laiklik, “Sezar’a ait olanı Sezar’a, Tanrı’ya ait olanı Tanrı’ya bırakmak” değildir. Günümüzde bile benimsenen “Din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması” tanımı, ona göre biçimcidir, düzeyseldir, içerikten yoksun bir laiklik anlayışıdır. Laiklik; saltanatın ilgası, hilafetin kaldırılması, din ile ilgili sözlerin anayasadan çıkarılması ya da laik sözcüğünün anayasaya konulması değildir.
Ona göre laiklik, bir “yaşam”, “ilerici ve özgürlükçü bir yaşam biçimi” dir; toplum düzeninde yer alan hemen bütün kurumların din ile olan bağlarının kesilmesidir. Başta siyasal kurumlar olmak üzere; aile, eğitim, ekonomi, hukuk, sanat, yargı ve düşün kurumları ile kıyafet, yazı, konuşma, hatta görgü ile geleneklerin bile din kurallarından sıyrılması, çağın ve diğer koşulların gereklerine uygun olarak yeni baştan düzenlenmesidir.
Atatürk’e göre laiklik:
Toplumdaki inanç ayrılıklarını ortadan kaldıracak, bireyleri vatandaşlık çatısı altında birleştirecek ve iç barışı sağlayacak güçlü bir bağdır;
Bir toplumun, çağdaş, özgürlükçü ve demokratik kurallarla yönetilmesi için gerekli olan ana öğedir;
Özgür yaşayışın ve özgür düşüncenin en güçlü kaynağıdır;
Doğunun mistik düşünce sisteminden kurtularak, Batının araştırıcı, yaratıcı ve değerlendirici hümanist sistemine ulaşmada yol gösteren bir pusuladır;
Ekonomik, sosyal,siyasal ve kültürel dağınıklılığı ortadan kaldıran,uluslar topluluğu içinde”tam bağımsızlık” ilkesine dayalı, eşit ve saygın yer almayı öngören bir güçtür;
Gençlerin; araştırıcı, ilerici ve olumlu düşüncelere açık, özgürce yetişmeleri için Milli Eğitimin tek güvencesidir;
İnanç duygularını sömüren yönetimlere karşı en etkili frendir;
Uluslararasındaki dil, din ve ırk ayrımını ortadan kaldıracak, toplumları barış içinde bir arada yaşatacak kurumların önde gelenidir.
Özetle, Atatürk’e göre laiklik,”uygar bir yaşama biçimi” dir.
Bu nedenle, ilk adım olarak, gücünü ulusunun egemenliğinden alan parlâmento açılmış, sonra saltanat kaldırılmış, hilafet siyasal iktidardan uzaklaştırılmış, Cumhuriyetin ilanı ile de ulusal sınırlar içinde yeni bir devlet kurulmuştur.
Uygulamada Laiklik
Böylece Mustafa Kemal, önceden belirlediği iki temel hedefe ulusunun da katkısıyla dört yıl gibi bir kısa sürede ulaşmıştır. Sıra, öncekilere anlam ve uygulama olanağı kazandıracak üçüncü evreye, laikliğin somutlaştırılmasına gelmiştir.
Bu evrede;
Dini bazı zorunlulukları öngören hükümler anayasadan çıkarılmış,
Medreseler kaldırılmış,öğretim birleştirilerek çağdaş ve ilerici ilkelere bağlanmış
Şeriye ve Evkaf Bakanlıkları yerine Diyanet İşleri Başkanlığı oluşturulmuş,
Şeriye Mahkemeleri ilga edilerek yargı kurumları çağdaş biçim ve içerikle kurulmuş, Mecelle kaldırılmış,
Fes yasaklanmış, şapka kabul edilmiş,
Yerli kumaştan, uygar biçimde elbise giyilmesi öngörülmüş,
Dini takvim yerini Batılıların kullandığı takvime bırakmış, Batılı saat alınmış,
Üniversitelerin açılmasına başlanmış,
Sanat anlayışını; bağnaz, skolastik etkiden kurtarmak amacıyla çağdaş eğitim kurumları açılmış,
Medeni Kanun ile bireylerin aile ve özel yaşamlarında uygar kurumlar egemen olmuş,Ceza Kanunu ile bu alandaki uygulamalar önemli ölçüde insancıl boyutlar kazanmış, Ticaret kanunu ile de ekonomik yaşam günün gereklerine adapte edilmiş,
Latin sayıları benimsenmiş,
Yeni Türk harfleri alınmış, eskisi terkedilmiş,
Çağdaş ölçü birimleri eskisinin yerini almış,
Dilde, yabancı etkilerden kurtulma çabası başlatılmış,
Gerçek tarih bilincine yönelinmiş,
Soyadı Kanunu benimsenmiş, lakap ve sanlar kaldırılmış,
Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilmiş,
Genel tatil günleri, dinsel içerikli Cumadan Pazar’a alınmıştır.
Bu ve benzeri girişimlerin hepsi, tek tek birer reform niteliği taşırlar ve birbirlerinden bağımsız görünebilirler. Ancak ortak özellikleri, temelde laiklik ilkesine dayanmaları, bu kaynaktan aldıkları güçle bütünleşerek “Atatürk Devrimi”ni oluşturmalıdır.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz